Açık denizle tanışmam, babamın bir sabah yazlıkta beni yürüyüş için erkenden uyandırıp sahile götürmesiyle başladı. Sahilde bir tantana bir gürültü patırtı o saatte. Derken 5-6 amcanın suya girdiğini hatırlıyorum. Denizde açıldıkça açılıyorlardı. Bir süre sonra hepten gözden kayboldular. Bekleyeceğim dedim, ama dönen yok, sanırsın Midilli’ye varıp da iltica ettiler. Çok sonra döndüklerinde, nereye gittiniz zor değil miydi diye soru yağmuruna tuttum ve ertesi gün sabahın köründe ben de sahildeydim. Böyle böyle başladım açık denizlerde açılıp yüzmelere. Artık deniz kıyısında yüzmek bana hitap etmez olmuştu.
İş hayatına girene kadar yazlık günleri böyle açıklarda yüzerek geçti gitti. Sonrasında çok uzun yıllar yüzmeyi unuttum diyebilirim. Ta ki 2 yıl önce açık su yüzme yarışlarıyla ilgili Teftiş Ekibi olarak aramızda sohbet edene kadar. Teftiş Ekibi’nden Metehan zaten eski bir milli yüzücü idi, Toygar da Boğazı yüzerek geçmiş iyi bir yüzücü, bir ben amatör. Havuza yazıldık ve haftanın 3-4 günü aksatmadan yüzmeye gittik. Eğlenceli bir etkinlikti, çünkü spor yapmanın yanında yeme içmeye de dikkat edilmesi gereken bir disiplindi. Hazır olduğumuzu hissedince, ilk olarak Karadeniz kıyısındaki şirin sahil kasabası Kerpe’deki yarışlara katıldık. İlk yarışımdı. İlk startın o acımasızlığı, startta yüzücülerin birbirini ezercesine iteklemesi ve arkadakini bilerek/bilmeyerek tekmelemesi, hiç düşündüğüm, hayal ettiğim gibi değildi ama suyun içindeki mücadelede işler böyle yürüyordu. Havuzdaki konfor alanı kaybolmuş, bir anda kurtlar sofrasına düşmüş ve tatlı bir rüyadan uyanmıştım. Dişe diş kana kan diyerek o hırsla yüklendikçe yüklenmiş, fena da yüzmemiştik.
Ama yarış kadar yarış sonrası diyaloglar çok daha ilginçti. İlk soru her zaman kaçıncı oldun şeklinde oluyordu. x.ci oldum deyince, neden y.nci olamadın? Sonraki soru ise “ne ödül verdiler”? Havlu vb gibi ödülü söyleyince de yüzlerde bir memnuniyetsizlik. Ne vereceklerdi, Dolmabahçe Sarayı’nı mı vereceklerdi diyemiyorsun tabi. Bir diğer soru da “para veriyorlar mı”? Para vermiyorlarsa neden yapıyorsun? Oysa önemli olanın burada bir disiplin kazanmanın, spor yapmanın, seninle aynı şekilde düşünen bir çok insanla aynı ortamda bulunmanın ve sosyalleşmenin önemini, hatta üstüne yol konaklama gibi ciddi masraf yaptığını anlatman biraz beyhude kalıyor.
Konumuza dönersek, Kerpe sonrasında Büyükada’da tam anlamıyla deniz analarıyla dolu bir suda yarıştık diyebilirim. Her yer ama her yer deniz anası kaynıyordu. Hayatımda bu kadar deniz anasını bir arada görmemiştim ve her kulaçta avcuma giren deniz analarından kurtulmak için verdiğim korku dolu mücadeleyle, bir daha Büyükada’da yüzmeyeceğime dair daha yarışın başında yeminimi etmiştim bile.
Ve derken sıra geldi Çanakkale’ye. Çanakkale Boğazını geçmek çok zorluydu. Uzun süre karşı kıyıyı göremedim ve akıntı da çok kuvvetliydi. Ara ara kafamı kaldırıp yeşil tepelere baktıkça, ve uzaktaki “Dur Yolcu” yazısını gördükçe, yüz yıl önce dedelerimizin bu topraklarda, ve dolayısıyla bu sulara akıttıkları kanlarıyla savaştığını düşününce, mental ve fiziksel olarak iliklerime kadar çok yıprandığımı hissettim açıkçası. Ama zor da olsa başarmıştım, ve madalyayı taktıktan sonraki o gurur, anlatılamazdı, herkesin yaşamasını isterdim bu duyguyu…
Ve en son olarak Bodrum Aquamasters, 4 günlük kombine yüzme yarışları. Takım kurup katılmaya karar verdikten sonra öncekilerden daha ciddi hazırlanmak gerekiyordu. 3k, 1.5k, 800 mt gece yarışı ve 4×500 takım yarışlarına katılacaktık. Burada en çok gece yarışını merak ediyordum. Hayatımda gece vakti denize hiç girmemiştim, hep korkardım gece denize girmekten. “Su yılanları oluyormuş geceleri denizde”, “ahtapotlar hep geceleri kıyıya gelirmiş” diye diye küçüklükten korkutulduğum için, hiç denememiştim. Ama gece yarış başladığında hiç biri aklıma bile gelmedi, açıkçası umrumda da değildi. Hiçbir güç beni gece yarışma macerasından alıkoyamazdı. Sadece denizin dibindeki zifiri karanlık, kulaç sesleri ve ışıklı boylar vardı. Arada gökyüzüne baktığımda da parlayan bir dolunay. İnanılmaz bir ambianstı. Fakat her yarışta başıma gelen ilginç olaylar/aksilikler yine peşimi bırakmamış, bu sefer hava değişiminden sanırım, küçük kızım rahatsızlandığı için ödül törenine bile katılamadan 3.gün İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştık.
Ve 2020. Bu sene de kendimize yine ilk göz ağrımız Kerpe ve Marmaris Aquamasters kombine takım yarışlarına katılarak tecrübemizi arttırma, sonrasında da asıl büyük hedef olan 6 km’lik İstanbul Boğazı’nı yüzerek geçme hedefini koyduk. Zor, ama imkansız değil. Aslında katılmak istediğimiz Kıbrıs ve Dalyan gibi, farklı lokasyonlarda bir çok önemli ve otantik yüzme yarışları da var, ancak maddi külfetinden dolayı seçici davranmak zorunda kalıyoruz. İşte böyle durumlarda sponsoru olan yüzücülere çok imreniyoruz. Keşke bizim de bir sponsorumuz olsaydı diyoruz, ama her şeye rağmen durmak yok, kulaçlara devam diyoruz, diyeceğiz… Şu an takım olarak tek sıkıntımız Metehan’ın artık acilen havuza üye olmaya karar vermesi. Miili takımda bulunmuş olması, antreman aksatması için bahane değil 😉
Son sözüm de, açık denizde yüzmeye hevesli olup da cesaret edemeyenlere: “Su çok güzel, sen de gelsene”