Ana Sayfa / 2021 / Tuğrul Belli’nin Köşe Yazısı

Tuğrul Belli’nin Köşe Yazısı

Stoklara Değil, Akımlara Bakmak Daha Doğru!

Merkez Bankası’nın ortodoks politikalara geri dönmesi sonucunda kurlarda ve dolayısıyla da ekonomide
göreceli bir stabilite kazanıldığı muhakkak. Bu durumun ne kadar devam edebilir olduğu ise analistlerin de sık sık sorguladığı bir durum. Ancak, Türkiye’nin çift paralı bir ekonomi olması nedeniyle geçmişte kurlarda oluşan stabilitenin ekonomik aktiviteye çoğu zaman pozitif yönde etki yaptığını da gördük. Bu durum özellikle 2003-2008 yılları arasında geçerliydi. Öte yandan, her ne kadar bugün Dünyadaki likidite o günlerden çok daha fazla ise de, pek çok sebepten dolayı Türkiye’nin yabancı sermaye çekme potansiyeli o günlerdeki gibi yüksek değil maalesef. Bu nedenle doğru ve gerçekçi bir para politikasına dönüş ekonomide bir istikrar sağlasa da büyüme oranları eski seviyelerde olmayacaktır. Gene de senenin 2. yarısında enflasyondaki düşüşe paralel olarak faizlerin de indirilmiş ve pandeminin de büyük ölçüde bertaraf edilmiş olması varsayımları altında seneyi % 4-5’lik bir büyüme ile kapatma olsalığı da yok değil.

Hal böyle iken, ekonominin salt para politikası ile çözülemeyecek bazı temel sorunları olduğu da bir kısım yorumcu tarafından defaatle ifade edilmekte. Ancak gündeme getirilen bu “sorunlar” hep stok sorunları. Son döneme kadar çok zayıflamış olan akımları tesis edebilirsek, bu sorunlar da ortadan kalkacaktır:

Kamu borç stoğu – Türkiye’nin özellikle yabancı para cinsinden borç stoğunu göz ardı edebilecek bir lüksü yok. Nihayetinde, Türkiye dolar basmıyor. Ancak son dönemlerde yurtiçi yatırımcılara da döviz tahvili ihraç edilmesi ile birlikte Hazine’nin YP yükümlülükleri hızlı bir artış göstermiş vaziyette. 2019 sonunda toplam merkezi yönetim borç stoğunun yüzde 49’u döviz cinsiyken, 11 ay gibi kısa bir sürede bu oran yüzde 58’e çıkmış. Bu durumun yeni Hazine ve MB yöneticileri tarafından bir risk unsuru olarak görülmesi, ve bundan sonra bu tip ihraçların yapılmayacak olması doğru bir yaklaşım. Yurtdışından borçlanma limitleri konusunda (faizine katlandığın sürece) şu anda bir sıkıntı yok. Son 3.5 milyar dolarlık ihaleye gelen 15 milyarlık teklif bunu gösteriyor.

Düşük döviz rezervleri – Tabii, Türkiye konusundaki diğer bir endişe konusu da bu sefer de “stoğu fazlasıyla düşük olan” bir değer: Merkez Bankası’nın döviz rezervleri. Gerçekten de özellikle geçen yıl 130 milyar dolar tezgah altı satışların da sonucunda rezervler kritik bir noktaya geriledi. Hesaplaması konusunda çeşitli tartışmalar olsa da, genelde dünyada kabul görmüş brüt rezervler üzerinden yapılan hesaplamaya göre döviz rezervleri 13 Kasımda 82.3 milyar dolara kadar gerilemişti. Ancak para politikasında atılan doğru adımlar sayesinde 8 Ocak itibarıyle rezervler 92.5 milyar dolara çıkmış durumda. Tabii ki, hala yetersiz, ama en azından istikamet doğru yolda.

Cari Açık – 2020’de 38,5 milyar dolar civarında oluşacak cari açık milli gelirin yüzde 5’ini aşan bir büyüklüğe ulaştı. Bu durumda turizm gelirlerindeki büyük düşüşün tabii ki önemli bir etkisi var. (Nitekim 20 milyar dolar gibi bir net kayıp söz konusu.) Ancak COVID-19’un turizmi kötü vuracağı geçen sene Mart’ta belli olmuştu. Bunu bilerek ekonominin aşırı ısıtılması ve bu süreçte anormal miktarda döviz rezervi harcanması ciddi bir politika hatasıydı. Ancak, bugünden geleceğe baktığımızda aynı oranlarda bir cari açık fiilen mümkün gözükmüyor. Kısaca, yüksek cari açık ciddi bir sorun, ama bugünün sorunu değil.

Bankaların batık krediler portföyü – Kasım itibariyle bankacılığın takipteki alacakları 150 milyar TL. Ayrılan karşılıklar ise bundan fazla: 197 milyar TL. Tartışma konusu olan ise 360 milyar TL’yi geçmiş olan “yakın izlemedeki krediler”. Karşılık ayırma şartlarının gevşetilmesiyle aslında takipteki alacaklara alınması gereken pek çok kredinin yakın izlemede olduğu iddia ediliyor. Bu verinin kamu-özel banka ayrımındaki kırılımını bilmiyorum. Ancak ağırlıklı olarak kamu bankaları olması muhtemel. Bunlar da ara ara yapılacak sermaye enjeksiyonları ile yüzdürüleceklerdir. Özel bankalarda ise ekonomik stabilitede devamlılık sağlanabilirse artan kârlılık ile birlikte bu problem 2-3 senelik bir vadede tamamen çözülebilir.

Sonuç olarak “stok” durumu gözümüzü korkutabilir. Ancak doğru uygulamalar yaparak, iç ve dış yatırımcıların güvenini yeniden tesis ederek, bir anlamda açılmış olan devreleri geri bağlayarak durmuş olan “akımlar” tekrar harekete geçirilebilir. Gerçekçi bir para politikasına geri dönüş bunun ilk adımıydı, nitekim etkisi de görüldü. Ancak, bundan sonra diğer güven sağlayıcı adımların da atılması gerekiyor.