Değişim, Yönetişim Biliminin bir konusu olmadan çok önce de insan tarihinin çok önemli bir parçasıydı. Ancak tarım toplumundan endüstri toplumuna geçiş gibi tarihte yaşanan önemli değişimler yüz yıllara yayıldığı için yıkıcı etkileri nispeten daha az ve yumuşak bir şekilde hissediliyordu ve daha çok tarihçilerin alanına giriyordu.
Bugün ise içinde yaşadığımız dünya, yenilikleri bize baş döndürücü bir hızla yaşatıyor. İletişim teknolojilerinin yayılma hızı buna verilebilecek en güzel örnek. Telefon teknolojisinin icat edildikten sonra 50 milyon kişiye ulaşması 75 yıl alırken, radyonun 38 yıl, İnternet’in 4 yıl, Facebook’un ise sadece 2 yıl alması değişim ve yeniliğin hızlanan döngüsünü görmemiz için yeterli.
İşte bu artan hız, günümüzde Değişim Yönetimi kavramını organizasyonların en önemli konularından biri haline getiriyor. Değişim Mühendisliği teriminin mucidi Michael Hammer’ in 1995 yılında Steven A. Stanton ile birlikte yazdığı Değişim Mühendisliği Devrimi kitabında Değişim Yönetimini şöyle tanımlıyor:
“Değişim mühendisliği, performansta çarpıcı geliştirmeler yapmak amacıyla iş süreçlerinin temelden yeniden düşünülmesi ve radikal bir şekilde yeniden tasarlanmasıdır”.
Şirketlerin değişime ayak uyduramadığı durumlarda, ‘yıkılmaz’ denilen şirketlerin oyunun dışına hızla nasıl itildiğini yakın geçmişte hep beraber izledik: Bir zamanlar film ve fotoğraf dünyasının devi olan Kodak, sektöründeki dijital değişim ve dönüşüme zamanında ve yeterli uyum sağlayamadığı için kurumsal mazinin bir parçası oldu. Aynı şekilde bir zamanlar mobil telefon ve iletişim sektörünün tartışılmaz lideri Nokia’nın, iPhone ve türevi akıllı telefonlar karşısında çok kısa bir sürede pazar payını kaybettiğine tanık olduk. Üstelik Nokia, pazardaki tüm rakiplerinden daha büyük Ar-Ge vb. imkanlara ve finansmana sahipken bu gerçekleşti.
Değişimi tetikleyen unsurlardan sadece birinin teknoloji olduğunu da unutmamak gerek. Müşteri beklentilerinin değişimi, otoritenin değişen regülasyonları, toplumun değerleri gibi etkenler “yeniden düşünme”yi şirketler için gerekli ve kaçınılmaz kılmaktadır. Bu doğrultuda, bugün gelişmiş ülkelerde başta özel sektör kuruluşları olmak üzere tüm organizasyonların mevcut örgüt yapılarını, sistemlerini ve süreçlerini yeniden inşa ettiklerini görüyoruz.
Biz de TurkishBank olarak son dönemde değişimi yakalamak ve önüne geçebilmek amacıyla kendi iş yapış biçimlerimizi ve süreçlerimizi tekrar tekrar değerlendiriyoruz. Sektörde iş yapış biçimine farklı bir yaklaşım olan Turkish Yatırım ve TurkishBank ‘Güç Birliği’ işte böyle bir değişim ihtiyacından yola çıktı.
Aynı şekilde bankacılığın kişilere ve şirketlere olanak sağlayan (enabler), alan açan ve danışman fonksiyonunun artacağı bilinciyle co-working kavramını iş modelimize entegre etmek için çalışmalarımız devam ediyor.
Türkiye’de henüz gündemde bile olmayan Açık Bankacılık gibi yenilikleri Grup olarak şimdiden benimsemiş ve üzerinde çalışıyor olmamız Grubumuzun gelecek vizyonunun ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesi.
Finans dünyasında giderek artan fintek etkisini de değerlendirerek fintek eko-sistemine girdik ve bu konuda sağlam adımlarla, sonuç alarak ilerliyoruz. İlk iş birliklerimiz sektörün liderlerinden olan Paynet ve FigoPara ile oldu.
Dünyadaki gelişmeler tüm organizasyonları değişime zorluyor. Ancak değişimin nasıl gerçekleştirileceğinden önce, değişimin zorunluluğunu kavramak çok önem taşıyor. Eğer değişimin kaçınılmaz olduğuna inanırsak, ancak o zaman değişimi gerçekleştirmek konusunda daha samimi ve cesur adımlar atmamız mümkün olabilir.
İnanıyorum ki, sizler de bendeki heyecanı aynı şekilde hissediyor ve değişimin getirdiği yeni heyecanları çalışmalarınıza yansıtıyorsunuz.
Mithat Arikan